Ağar-Vergi Kavramını Yeniden Tasarlamak

Vergi Kavramını Yeniden Tasarlamak

Doç. Dr. Serkan AĞAR

Ankara Bilim Üniversitesi Öğretim Üyesi


ÖZET

Vergi, yaradılışı gereği, kusurlu bir kavramdır. Maliyeciler, en iyi, en kusursuz vergi sistemini tasarlayabilirler, ama hiçbir yükümlü, yakasını kusurdan kurtaramaz. Mülkiyet hukukun en müstesna kavramlardan biridir. Bugün malın ve mülkün ortaklaşa olduğunu savunamayız. Ama, belki de, erdemli vergi kavramında uzlaşabiliriz. Böylece, verginin, bitmeyen haksızlık olma niteliğini de dönüştürmüş olamaz mıyız? Vergi, toplumun ortak malı, toplumsal eşitliğin aracı olduğunda; cimriliğin, ezilmişliğin, bilgisizliğin, ahlâksızlığın, dalaverenin, kinin, kötülüğün, bencilliğin, düşmanlığın ve nefretin ortadan kalkması mümkün olabilir mi? Aslolan, vergiyi, herkesin vergisi yapmak değil midir? Böylece, herkes, vergiye, hem sahip, hem de vekil olabilir. Âdil bir vergilendirme dünyasını, belki de bu çaba sağlayacaktır.

Anahtar Kelimeler: Vergi, tasarlama, vergi reformu.

ABSTRACT

By its very nature, tax is an imperfect concept. Financiers can design the best and most perfect tax system, but no taxpayer can escape imperfection. Property is one of the most exceptional concepts of law. Today we cannot argue that property is communal. But perhaps we can agree on the concept of a virtuous tax. In this way, could we not transform the unending injustice of taxation? When tax is the common property of society, the instrument of social equality, is it possible that stinginess, oppression, ignorance, immorality, deceit, hatred, malice, selfishness, enmity and hatred will disappear? Isn’t the main thing to make tax a tax for everyone? In this way, everyone can be both the owner and the agent of taxation. Perhaps this effort will lead to a world of fair taxation.

Key Words: Tax, design, tax reform.

JEL Kodu: H29, K34, K19, K39

I.BAŞLARKEN

    Dilimizde vergi sözcüğü, vermek fiilinden -gi eki ile türetilmiş. Tıpkı sev-gi, gör-gü ve yer-gi gibi. Sevgiden kaçamazsınız, sevgiyi kaçıramazsınız da, zorla olmaz çünkü sevgi, gizleyemezsiniz, görgüden kaçabilen oldu mu, kaçarsanız görgüsüz olursunuz, o zaman yergi ile tanışırsınız, eleştiriye açık olmalısınız. Vergiyi, bu sözcüklerle zihnimizde yeniden üretebilmeyi deneyelim mi? Vergi, sadece kaçırma veya kaçakçılık sözcükleri ile değil de, sevgi, görgü ve yergi ile anılsa, anımsansa. Sevgi; yurduna inanılmayacak kadar bir sevgi ile bağlı olmak değil mi? Çünkü yurt sevgisi, kişisel çıkardan vazgeçildiği ölçüde artmaz mı? [1]

    Bu yol, bize ait ve bizden olan, hikmet ve hürmet kavramlarına da götürebilir mi bizi?

    Kulağınıza her vergi çalınışında, heyecanlanmanız olağan karşılanmalı, biraz tedirgin olmanız yadırganmamalı, hatta sizden, sağınızı solunuzu kontrol etme ihtiyacı içerisine girmeniz dahi beklenmelidir. Vergi sözcüğünü işitmeniz; iç sesinizin bir eksik olabilir mi? sorusuna muhatap olmanıza, unuttuğunuz, kasıtlı davranmış olmasanız dahi cezayı gerektirecek bir ihmâlinizin olabileceğine dair küçük de olsa bir endişeye kapılmanıza ve bir süre sonra hay aksi demenize sebebiyet verebilir. Vergi sözcüğü, hayatımıza biraz da bu çağrışımlarla girmiyor mu? Ceza bir şeyi yanlış yapmanın vergisi iken, vergi de, bir şeyi doğru yapmanın cezası.

    Bir maliyeci gemiye binerken, kaptanı görmüş ve sormuş hemen: Siz maliye bilir misiniz, diye. Hayır, demiş kaptan. Bilmem. Desene, gitti ömrünün yarısı. Gemi açılmış limandan, bir süre sonra bir büyük fırtına, batmak üzere, can korkusunda herkes. Koşuşturma sırasında kaptan, görüvermiş maliyeciyi titrerken korkudan ve sormuş: Yüzme bilir misiniz? Bilmem, demiş adam. Desenize, gitti ömrünüzün tamamı.


    [1] Campanella: Güneş Ülkesi, Çevirenler: Kazgan, Haydar / Günyol, Vedat, 1. Baskı, Mart 1985, İstanbul, s. 26.  

    II. VERGİDEN YERGİYE

      Vergilendirme dünyası, büyüleyici bir yolculuk. Vergi, her şeyden önce, bir kanun. Vergi, özel bir fayda vadetmeksizin devletin ve/veya devletten vergilendirme yetkisi almış diğer kamu kurum ve kuruluşlarının yüklenmiş oldukları mali, ekonomik, sosyal vb. görev ve fonksiyonlarını ifa edebilmek için gerçek ve tüzel kişilerden; hatta tüzel kişiliği olmayan bazı kurum ve kuruluşlardan, egemenlik gücüne dayanarak belli kurallar dahilinde aldığı ekonomik değer.[1]

      Vergi sözcüğünü, isterseniz, bir de şöyle tanımlayalım, daha rahatlatıcı olabilir: Vergi, kazandığımız bir şeyi almanın ve daha büyük bir iyilik için vermenin sanatıdır.

      Vergiyi sanat olarak görmek belki daha iyi. Yoksa, daha büyük ve pek de iyi olmayan bir şey. Öyle ya da böyle, bu medeniyeti sürdürmek ve devletin kamu hizmetlerini yerine getirebilmesi için yaptığı kamu harcamalarının karşılanması için ödenen bir bedel.

      Bedel… Pek iç açıcı bir sözcük gibi durmuyor. Karşılığında boynumuzu eğeceğimiz bir kabulleniş, rızâ… En güçlü gücünü hak, boyun eğmeyi de ödev biçimine sokmadıkça hep egemen kalacak kadar güçlü değildir.[2]

      Vergi, bir kanun. Her kanunun bir ruhu olmalı. Vergi Usul Kanununa göre, vergi kanunları, lâfzı ve ruhu ile hüküm ifade ediyor. Burada, Montesquieu’nun Kanunların Ruhu Üzerine isimli eserine mi gönderme yapıyoruz acaba? Vergilerin çok olmasının kendi içinde iyi olduğunu söylemek büyük bir mantık hatası değil midir?[3] Vergi, kendi başına, zorba bir dil ve hâkimiyetin karşı konulamaz, retorik emirnâmeleri mi? Kanunlarda seçilen her kelimenin bir teneffüs hakkı yok mu? Vergi, bir kanun. Kanunların da bir ruhu var ve dahi olmalı. Retorik bir emirnâme değil sadece. Vergi; ehil ve adil olanlara, adaleti, saadeti, refahı ve esenliği temin için bir emanet.

      Teneffüs… Nefes hakkı! Kanunların nefes hakkı nedir? Kanunların ruhu nefeste mi saklı? Herkesin; ödevini, prensini, vatanını, kanunlarını sevmek için yeni nedenlere sahip olmasını sağlamak, insanlara bulundukları ülkede, yönetim biçiminde, görevde, sahip oldukları saadeti daha iyi hissettirebilmek… Kanunların mükellefiyet vazetmeden önce anlaşılması gerekmiyor mu?

      Vergi, onu toplamakla alâkalı. Sormalıyız kendimize: Esas olan, hesaplanabilir olmak mı, hesapsızlığa vâsıl olmak mı? Yâni, tükenen bir nesne üzerine bir varlık inşâ edilebilir mi? Buğday mı, nefes mi?

      Adam Smith, Ulusal Zenginlik’te vergilendirmeyi eleştirir ve ekonomik büyüme üzerindeki etkilerini inceler, adaletli ve mümkün olduğunca az müdahaleci bir vergi sistemini savunur. 1776 yılında kaleme aldığı eserinde şöyle diyor: “Her bireyin ödemek zorunda olduğu vergi keyfî olmamalı, kesin olmalıdır. Ödeme zamanı, ödeme şekli, ödeme miktarı herkes için açık olarak tespit edilmelidir.”[4] John Locke ise şöyle yazıyor: “…yasama ya da yüksek otorite günübirlik kararnameler ile değil; önceden halkın bilgisine sunulmuş ve ilan edilmiş, tarafsız ve doğru yargıçlar tarafından korunan yerleşik daimi kurallarla bağlıdır.”[5] Ayn Rand, Atlas Silkindi adlı romanında, aşırı vergilendirmenin ve ekonomiye devlet müdahalesinin sonuçlarını irdeliyor. Dostoyevski, Yeraltı İnsanı’nda vergilendirme ve toplumsal düzeni eleştiren bir karakteri ele alıyor. Dorothy Parker, Ölüm ve Vergiler adlı eserinde, ölüm ve vergilerin kaçınılmazlığını ve bireylere yüklediği sorumlulukları hicivsel bir biçimde eleştiriyor.

      Ütopya’sını bugün kurgulasaydı Thomas More, ne düşünürdü acaba? Yahut Campanella, Güneş Ülkesi’ni tasarlarken bugünkü halimizi görse ne derdi bize dönüp?

      Vergi, tabiatı gereği, kusurlu bir kavram. Biz, maliyeciler, en iyi ve kusursuza yakın vergi sistemini tasarlayabiliriz, ama hiçbir yükümlü, kusurdan kurtaramaz yakasını. Mülkiyetin en kutsi kavram olduğu günümüzde, malın ve mülkün ortaklaşa olduğu savunulamaz ise de, erdemli vergi kavramında uzlaşabiliriz belki. Böylece, verginin, bitmeyen haksızlık olma niteliğini de dönüştürmek için bir şansımız olabilir.

      İnsanlığın iktisadi varoluş hikayesinde, Keynesyen önerilerin aldatmacasıyla kamu borçlanması ve açıkları hakkındaki ahlaki sorumluluk toplumsal hafızadan çıkartılmış, kamu borçlanmasının nesiller arası etkisi inkâr edilerek, borçlanma ile finansmanın gelecek dönem vergi mükelleflerini olumsuz etkilemeyeceği savunulmuş, ve bu sayede ahlaki değerlerle çerçevelenen mali sorumluluk anlayışı ortadan kaldırılarak, söz konusu sınırlamaların yerini alacak herhangi bir düzenleme yapılmamıştır.[6]

      Vergi, toplumun ortak malı, toplumsal eşitliğin aracı olduğunda cimriliğin, ezilmişliğin, bilgisizliğin, ahlaksızlığın, dalaverenin, kinin, kötülüğün, bencilliğin, düşmanlığın ve nefretin de ortadan kalkmasını sağlayamaz mıyız? Yasa vurmalıdır, ama insanı değil, suçu öldürmek için vurmalıdır.[7] Vergiler, hem kamusal ihtiyaçların karşılanmasını sağlarken, hem de ahlaki değerlerin geliştirilmesi için bir mali araç olabilir mi? Vergiyi, herkesin vergisi yapmak mümkün mü? Nitekim böylece, herkes, vergiye, hem sahip, hem de vekil olabilir.


      [1] Şen, Hüseyin / Sağbaş, İsa: Vergi Teorisi ve Politikası, 5. Baskı, Bursa, 2023, s. 1.

      [2] Rousseau, Jean-Jacques: Toplum Sözleşmesi, Çeviren: Günyol, Vedat, 4. Baskı, İstanbul, 1990, s. 17.

      [3] Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine, 9. Basım, Fransızca Aslından Çeviren: Günen, Berna, İstanbul, 2023, s. 270.

      [4] Smith, Adam: An Inquiry Into the Nature and Cause of the Wealth of Nations,Edited by Edwin Cannan, Chicago, [Online], 1976, available at URL: http://oll.libertyfund.org/title/763 on 2014-02-12. S. 350-51.

      [5]And so, whoever has the legislative or supreme power of any commonwealth, is bound to govern by established standing laws, promulgated and known to the people, and not by extemporary decrees, by indifferent and upright judges, who are to decide controversies by those laws; and to employ the force of the community at home only in the execution of such laws, or abroad to prevent or redress foreign injuries and secure the community from inroads and invasion. And all this to be directed to no other end but the peace, safety, and public good of the people.”, Locke, John: Two Treatises on Government, London, Printed for Thomas Tegg; W. Sharpe and Son, 1823. s. 161.

      [6] Buchanan, James M.: The Balanced Budget Amendments: Clarifying the Arguments, Public Choice, 90, 1997, s. 119-120.

      [7] More, Thomas: Utopia, Türkçesi: Eyuboğlu, Sabahattin / Urgan, Mina / Günyol, Vedat, İstanbul, 1989, s. 29. 

      III.ARAYIŞ YERİNE

        Kanun külliyatımızın neredeyse yarısı vergi kanunlarından oluşuyor. Antik Romalı tarihçi Tacitus’un dediği gibi, kanunların sayısı ne kadar fazlaysa, devlet o kadar yozlaşmış demektir. Bir insanın ya okuyamayacağı kadar çok ya da anlayamayacağı kadar şaşırtıcı ve karanlık yasalarla bağlanması, hak ve adalete aykırı değil midir?[1]

        Ampirik bir kanun koyucunun, vergi söylemini dönüştürme mecburiyetini karşılıksız bırakıp, yerleşik kabuller içerisinde yitip, anonimleşerek, verimsiz, çıkarımsız ve çelimsiz çabaları, gittikçe pasifleşen, benzeşik haller içerisinde tükenen bir vergilendirme ile neticeleniyor.

        Ülkemizde, neredeyse üç ayda bir gündeme gelen vergi reformu, vergi paketleri, yeni vergiler, vergi oranlarında değişiklikler, torba yasalara ilave edilen ve normal vatandaşın görmeyeceği, görse de anlamayacağı istisna ve muafiyetler, vergi teşvikleri, vergi afları…[2]

        Bugün adına vergi hukuku dediğimiz mevzuat yığınının John Locke’ın üç yüz küsur yıl önce ifade ettiği ilkeler ile hiçbir benzerliği ve alakası yok.[3] Oysa hem üreten, hem de tüketen bağlamında, temelinde insan unsuru olan vergi söylemi; kanun vazediciliğinin biçimlendirmesi ile hayatı pozisyonel değil, potansiyel olarak okuyabilen bir güce dönüştürülmek zorunda. O zaman Hoca Nasreddin’in hikâye cümlesindeki gibi tevazudan özgüvene, yetkiden iktidara ayağımın bastığı yer arzın merkezi diyebilecek insanların kurduğu ve yazdığı bir dünyada olabiliriz.

        Bugün, vergi söylemimiz, Gemici Sinbad gibi, Harry Potter karşısında mahcup ve mahzun, yeniden üretilememiş, fantastik bir oyuncu. Kanun, sadece, paradan ibaret değil, fakat aynı zamanda ve kuvvetle, yeni dönemde, vergilendirme sanatının nasıl olacağını veya belki de verginin yerine neyin ikame edileceğini de insana öğretecek en tesirli araç, öyle ki bu imkân, vergilendirme dünyasında, siyasal, ekonomik ve toplumsal yeni karşılıklar bulmamızı gerektiriyor.

        Bundan sonrasını biraz dilin maharetine bırakarak anlatalım ister misiniz?

        Verginin tezyin ve tefrişi ile meşgul olduğumuzu söylemeliyiz. Tahayyül, tasavvur ve teşebbüs merhaleleri nasıl geçiliyor? Vergilendirme teşebbüsünde, hangi akıl, neye kâdir olmalı? Mukallid miyiz? Yoksa, mucid mi?

        Vergiye gönüllü uyum, vergi ahlâkı, vergi bilinci vs. sürüp giden kavram arayışında sürüklenip gidiyoruz. Vergi, her şeyden önce, bir kültür meselesi. Sonra, kamu kavramı içerisinde tanımlanmış bir vazife. Kamu idaresini ifa edenlerin, vazife tanımıyla sınırlı kalıp, bireyin asli varlığını inkara varan bir tasarruftan yana eyleme geçmeleri, esasta, vergi kültürüne bigâne oluştur. Vermek eylemi, bireyin karar vericiliğinin en önemli nişânesi olup, iktidar gücünün bizatihi vurdumduymaz, temel hak ve özgürlükleri yok saymaya vardıracak bir tasallut ile hareket etmesini önleyici bir anlayışla oluşturulmalıdır. Zira, başlangıcından bugüne, vergi vazifesi, sahipliğin ve sahiplenmenin ortak bir alameti olmuştur. Tasarrufun hükmü, ancak vergi mükellefinin söz hakkı ile mâruftur. Vergi söylemi, dara düştüğümüzde başvurulacak bir imdat-ı seferiye anlayışı ile oluşturulamaz. İşte temel soru bu: Rakamlar ve buna hissedar kılmak, ne denli âdildir? Soylu davranıp, şefkat göstermek, mütenâsip olmaz mı?


        [1] More: a.g.e., s. 97.

        [2] Aktan, Coşkun Can: Vergi Hukuku, Vergi Devletinin Mevzuat Çöplüğü, Preprint Metin, 2023, s. 2.

        [3] A.g.e., s. 6.