Vergiye Tabi Gelirin Tanımı ve Kavranması -Tarihi Açıdan Bir Değerlendirme
Doç. Dr. Ahmet SOMUNCU
Kayseri Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Öğretim Üyesi
Çağdaş vergi sistemleri içerisinde yer alan vergilendirilecek ekonomik kaynaklardan biri ve belki de en önemlisi “gelir”dir. Türk vergi sisteminde, gelir üzerinden alınan vergiler, yükümlüsüne göre gerçek kişilerin gelirleri gelir vergisi kapsamı içerisinde, tüzel kişi ya da tüzel kişiliği olmayan kuruluşların gelirleri ise Kurumlar Vergisi kapsamı içerisinde vergilendirilmektedir. (Bayraklı, 2000)
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu (GVK)’nın birinci maddesinde, gerçek kişilerin gelirlerinin gelir vergisine tabi olduğu belirtilmiş ve gelir, bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarı olarak tanımlanmıştır.
GVK’nın ikinci maddesi ise, gelire giren kazanç ve iratları belirlemiştir: Bunlar, ticari kazançlar, zirai kazançlar, ücretler, serbest meslek kazançları, gayrimenkul sermaye iratları, menkul sermaye iratları ve diğer kazanç ve iratlardır. Yine aynı maddede, kural olmadıkça, vergiye tabi gelirin tespitinde kazanç ve iratların gerçek ve safi tutarları ile dikkate alınacağı kurala bağlanmıştır.
Ayrıca, mükellefler, bu kaynaklardan bir takvim yılı içinde elde ettikleri kazanç ve iratları için bu kanunda aksine hüküm olmadıkça yıllık beyanname vermek zorundadır. Bu kanuna göre beyanı gereken gelirlerin yıllık beyannamede toplanması zorunludur.
Bir gerçek kişinin sayılan bu kazanç ve iratlar kapsamında bir gelir elde etmesi halinde gelir vergisine tabi olacağı tabiidir. Ancak GVK bu kazanç ve iratların tanımını, kapsamını, elde edilme şartlarını, muaflık ve istisnalarını da belirlemiştir. Dolayısıyla, gerçek kişilerin elde ettiği herhangi bir gelir ancak GVK’nın belirlediği çerçevede vergiye tabi olacak veya olmayacaktır. Bir başka anlatımla, vergiye tabi gelirin tanımı yeterli olmayıp kavranması da önem arz etmektedir.
Gerçek kişilerin elde ettiği gelir, gelir vergisinin konusunu oluşturduğuna göre, bu kavramın da kanunlarla belirlenmesi gerekir. Bu durum, vergilerin kanuniliğinin gereğidir. Buradan vergilerin kanuniliğinin doğal bir sonucu olarak, gelir vergisinin konusunu teşkil eden gelirin, Anayasa’ya göre “kanun” olarak belirtilen yazılı normlarda belirlenmesi gerekir. Kıyas yolu ile veya genişletici yorum yoluyla vergi konusu belirlenemez.
GVK’da yürürlüğe girdiği 1 Ocak 1960 tarihinden bugüne kadar vergiye tabi kazanç ve iratların tanımı ve kapsamı konusunda önemli değişiklikler yapılmamıştır. Bu durum gelişen ekonomik koşullar, teknolojideki ilerlemeler gibi sebeplerle, vergilendirilecek gelirin kavranmasını da güçleştirmiştir. Örneğin, kat karşılığında sahibi olduğu tarlayı veya arsayı bir inşaatçıya veren gerçek kişilerin, bu yolla edindikleri birden fazla gayrimenkulü satmaları halinde elde ettikleri kazançların GVK’da hangi kapsamda yer alacağı tartışmalı bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB) bu konuyla ilgili olarak, gayrimenkullerin elden çıkarılmalarından doğan kazancın “ticari kazanç” olarak vergilendirilmesi gerektiğine ilişkin olarak verdiği özelgelerde yorum yoluyla şu kriterleri sırlamaktadır:
– Faaliyetteki devamlılık,
– Satışın hangi amaçla yapıldığı,
– Ticari bir organizasyonun varlığı.
Diğer taraftan kat karşılığı verilen arsa veya tarlanın miras yoluyla edinilmiş olması halinde durum hukuki olarak bir başka boyut kazanmaktadır. Sonuç olarak, bu yolla elde edilen gelirlerin GVK’da açık bir tanımı bulunmadığından, mükellefler ile vergi idaresi arasında ihtilaflar artmasına yol açılmıştır. 2013 yılında bu konuda bir kanun tasarısı hazırlanmış ve kamuoyuna duyurulmuş olmasına rağmen, bu kanuni düzenleme yapılmamıştır.
Vergiye tabi gelirin kavranması ve oto-kontrol mekanizmalarının kurulamaması da başka bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Vergi tarihimize bakıldığında bu yöndeki çabalar şöyle sıralanabilir:
Ortalama kâr haddi esası
Asgari gayrisafi hasılat esası
Asgari zirai kazanç esası
Gider esası
Servet beyanı esası
Hayat standardı esası.
Ayrıca, VUK 30. maddesinin ikinci fıkrasına 24.06.1994 günlü, 4008 sayılı Kanunla 7. bent eklenmiş ve bu bentte, “harcama ve tasarruflar yoluyla re’sen takdir” yöntemi getirilmiştir. Ancak bu düzenlemeler bazı mükellefler için vergilendirmenin üst sınırı haline dönüşmüş ve başarısız olduğu gerekçesiyle uygulamadan kaldırılmıştır. Türk vergi sisteminin vergi güvenlik araçlarından mahrum bırakılması, gelir unsurlarının kavranabilme kabiliyetini azaltmıştır.
Bu nedenlerle, GVK’da gelirin tanımı ve gelir gruplarına giren gelir unsurları kapsamında değişiklik yapılması zorunluluğu doğmuştur.
Bu konuda 22.07.1998 tarihli, 4369 sayılı Kanunla tarihi bir fırsat sayılabilecek düzenlemeler yapılmıştır. 4369 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle gelir, “bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği, tasarruf veya harcamasına kaynak teşkil eden her türlü kazanç ve iratların safi tutarı” biçiminde yeniden tanımlanmış; buna koşut olarak GVK’nın 2. maddesinin 7. bendindeki gelir grubu “kaynağı ne olursa olsun diğer her türlü kazanç ve iratlar” biçiminde değiştirilerek geniş anlamdaki gelir tanımı pekiştirilmiştir. Böylece, kişinin satın alma gücünü artıran her türlü değerin vergiye bağlı gelir olduğu vurgulanmıştır.
Yapılan bu düzenlemelerle gelirin tanımı ve kavranmasında “kaynak teorisinden “net artış teorisine geçilmesi amaçlanmıştır. Bu bağlamda, kaynağı ne olursa olsun tüm gelirlerin 01.01.1999 tarihinden başlayarak gelir vergisi kapsamına alınması ve kanunda belirtilen haller dışında vergilendirilmeyen herhangi bir gelirin kalmaması biçiminde özetlenebilecek bir reform yapılmıştır. Bu reformla, vergi tabanının genişletilmesine koşut olarak, vergi inceleme ve denetim alanı da genişletilmesi ve etkinliğinin artırılması da amaçlanmıştır. Ancak bu düzenlemelerin yürürlüğü çeşitli siyasi ve ekonomik sebeplerle 1.1.2003 tarihine ertelenmiş, 4783 sayılı kanunla da tamamen yürürlükten kaldırılmıştır.
Bugüne geldiğimizde, dolaylı vergilerin dolaysız vergilere göre görece yüksek olduğu bir vergi sistemi vergi adaleti başta olmak üzere vergilendirmenin Anayasal ilkelerinden oldukça uzaklaşmış bir görünüm sergilemektedir. “Vergi Reformu” gündemi meşgul ederken, 2023 yılında Vergi Konseyi “Kayıt Dışı Ekonomiyi Daraltmaya Dönük Tedbirler” Çalışma Grubu Raporu’nda (Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2023) vergiye tabi gelirin 4369 sayılı kanundaki şekliyle, yani net artış teorisine göre tanımı ve kavranması konusunda şu öneriler dikkat çekmektedir:
– Gelir tanımının değiştirilmesi,
– Gerçek kişilerin varlıklarında ve harcamalarında meydana gelen artışın sorgulanmasına izin veren mevzuat,
– Beyannameli mükellefiyetin esas alınması ve beyannameli mükellef sayısının önemli ölçüde artırılması,
– İstisna ve muaflıkların azaltılması.
Bu kapsamda, gelir tanımının değiştirilerek net artış teorisine geçiş ile varlık ve harcamada meydana gelen artışın sorgulanması konularının son derece önemli olduğu vurgulanan raporda, hukuk güvenliğinin ve öngörülebilirliğin dikkate alınması, tartışmaya/ihtilafa/farklı yorumlara açık olmayan net düzenlemeler yapılması ile yeterli bir geçiş sürecinin gerekliliğine dikkat çekilmektedir.
Sonuç olarak, gerçek kişilerin gelirlerinin vergilendirilmesinde esas kanun olan GVK’nunda geliri yeniden tanımlayan ve vergiye tabi gelirleri mümkün olduğunca kavrayacak köklü bir reforma ihtiyaç vardır. Yapılacak kanuni düzenlemelerin sadece geliri değil, gerçek kişilerin giderlerini de dikkate alan, böylece tasarruf ve harcamalar yoluyla beyan edilecek geliri denetleyen bir sistem kurulmuş olacaktır.
KAYNAKÇA
Bayraklı, H. H., (2000), Gelir Vergisi Kanunu’nda Gelir Kavramı ve Sapmalar,https://www.mevzuatdergisi.com/2000/12a/02.htm
Hazine ve Maliye Bakanlığı, (2023) “Kayıt Dışı Ekonomiyi Daraltmaya Dönük Tedbirler” Çalışma Grubu Raporu